28 Ocak 2010

Nariel

Kadim zamanlarda insanlar ve elflerin tanrıları aynıydı. 7 tanrı insanları ve elfleri aynı anda gözetirdi. Nariel, gecenin tanrısıydı. İnsanlar ve elfler, akşam oldukları zaman Nariel'e bir yakarış gönderir, kapılarının sürgülerini bu yakarıştan sonra takarlardı.

Nariel diğer tanrılar kadar güçlü değildi. Zihinsel gücü, fiziksel güce tercih ederdi. Zihniyle yapamayacağı hiç birşey yoktu ama yine de büyü konusunda, çok başarılı değildi. Gece, karanlık, giz, hep Nariel'in ilgi alanıydı. Ve bir gün Nariel, insanlar ve elflerin yalanlarından, riyakarlığından sıkıldı. Kötülükse, bunu kendi hesabına yapabilmeliydi. İkamet ettiği Ay şatosundan, Puslu Vadiye gitti, yıllardır bir sır gibi saklanan, gece kuyusunun suyunu kullanarak, ayrık ağaçtan aldığı bir damla reçineyi damıttı. Bunu görünmezlik iksiri de olarak bilinen Essandir'in içine ekleyerek, sadece kendi yolunu aydınlatan, bir çeşit fener yapmaya çalıştı. Ancak, deneyimli olmayan elleri, iksirin doz ayarlamasını yapamadı. Ortaya çıkan ise, aydınlatmaya değil, karanlığa yarayan kötünün simgesi Balessar oldu. Önceleri Nariel'in isteklerini yerine getiren Balessar, Nariel'in uzun ömrü boyunca bin yıllardır kendi arzuları doğrultusunda Nariel'i kullanmaya başladı. Nariel bir yerden sonra kendi yarattığı silahının fedaisi oldu.

Balessar'ın bitmek tükenmez hüküm açlığının sonu ise dünyayı sadece kendi yarattığı Jamtumallar için yeniden inşa etmekti. Bu ise dünyadaki insanlar, elfler ve cücelerin sonu demekti.

Cüceler yüzyıllar önce madenlerine kapanmış, dünya ile ilişkilerini kesmiş, madenlerinin giriş kapılarını kehanetin gerçekleşeceği güne kadar mühürlemişlerdi. Elfler ise şimdi batıya, kadim ormanlarına göç ediyorlardı. Bir kaç bilge insan dışında, önsezileri güçlü olmayan insanlar, karanlığın büyümesini göremiyorlar, görenler ise umursamıyordu. Balessar'ın kontrolündeki Nariel ise bütün bunları fırsat bilerek, son savaşa hazırlanıyordu.

27 Ocak 2010

İlk durağa yolculuk

Destinae, Kalima'nın üzerinde, bebekle birlikte hızla yol almaya başladı. İlk durakları Günışığı sahili olacaktı. Oradaki handa, daha önceden kararlaştırılmış olduğu üzere kız kardeşi Divinae ile buluşacaktı. Divinae, babaları öldükten hemen sonra evden ayrılmış, bir kişinin fedakarlığı bekleme döneminde yeterli olduğu için, normal bir hayatı seçmişti. Bir insanın bir elfle evlenmesi ne kadar normalse, Divinae'nin hayatı da o kadar normal olmuştu. Divinae, Günışığı sahilindeki hanı işleten, Merkhill ile evlenmişti. Yıllar içerisinde, kendi yaşlanırken, kocası bir nebze olsun değişmemiş, bu da zaman zaman elflerin tepkisine yol açmıştı. Şimdiki durum göz önünde bulundurulduğunda, ok tutan genç bir çift elin, yaşlı iki çift elden daha iyi olduğuna karar veren Divinae, büyü yeteneklerini Destinae'den farklı alanlarda geliştirmiş, Destinae'nin aksine, şifacı özelliklerini ön plana çıkarmıştı.

Günışığı sahili Taşada'nın kuzeydoğusunda, küçük bir sahil kasabasıydı. 2 gün uzaklıktaydı. Aynı zamanda yeri bilinen son elf köylerinden biri olma özelliğini taşıyordu. Yüzyıllardır barışçıl olarak tanınan ve bizzat insanların işlerine karışmamalarıyla tanınan elflerin, göç etmeleri ve köylerini terk etmeleri nedeniyle, nadiren saldırıya uğrada da, köyün üzerinde her daim asılı duran sakinleştirme büyüsü nedeniyle, bir kaç ufak tefek taşkınlık sorunsuzca ve çabuk halledilebiliyordu.

Destinae, 2 gün boyunca aralıksız at sürdü, yolda sadece bebeğin altını değiştirmek için durdu. Süt peksimetlerini atın üzerinde ufalayıp kendi geliştirdiği tüpe koyup bebeğe verebiliyordu. Yolculuk ilerledikçe, Destinae'nin içindeki sıkıntı da artıyordu. Takip ediliyormuş izleniminin yanısıra, arasıra sırtında hissettiği ürpertiyi, hayra yorması mümkün değildi. Kehaneti başka kimsenin bilmemesi gerekiyordu. Ama karanlığın gücünü yadsımamak lazımdı. Aeric, insanların ve elflerin elindeki, doğudan gelen karanlığa karşı en büyük silahtı. Ve Nariel, emeline ulaşmak için elindeki bütün güçleri kullanmaya hazırdı.

26 Ocak 2010

Taşada'dan kaçış

Destinae bebeği kundağına sarar sarmaz, gölgelerin arasına gizlenerek eve geldi. Hazırlanmaya başladı. Burada artık kalamazdı. Bu bebeğin hem büyütülmesi, hem saklanması, hem de eğitilmesi gerekiyordu. Taşada'nın yerlileri şüpheci ve müsamahasızdılar. Önceden kararlaştırıldığı üzere, Destinae bebeği de alarak evini terk edecekti.

Hızını azaltmaması için az eşya alması gerekiyordu. Aslında o kadar uzun düşünmüştü ki bu konu üzerinde, neyi alacağını ve nerede bulacağını biliyordu. Mutfaktan başlamaya karar verdi. Bebeği yolculuk sırasında kolayca besleyebilmek için yaptığı tüpü, süt peksimetlerini bir torbaya doldurdu. Kehanet koruyucusu olduğundan beri geliştirdiği araç gereçlerden biriydi süt peksimetleri. Tarifini bir sır gibi saklasa da, bilinen şuydu, bir miktar öğütülmüş pirincin içerisine keçi sütünü yedirdikten sonra, oluşan lapayı kurumaya bırakıyordu. Bu peksimetleri daha sonra suda çözmek mümkündü. Yıllardır, Destinae bıkmadan usanmadan yapmıştı bu peksimetlerden.

Hemen yatak odasına koştu. Aeric için dikilmiş giysilerden, sonbahar şartlarına uyanları aldı. Önünde 23 gün sürecek bir yolculuk vardı. Bebeğin karanlıktan olduğu kadar, soğuktan da korunması gerekiyordu. Kendine ait bir kaç kişisel eşyayı da çantasına doldurduktan sonra, aynanın arkasındaki dolaba yöneldi. Dolabı açınca, karşısında neredeyse doğduğundan beri aşina olduğu, belki de hayatındaki en önemli varlığını gördü. Gri Esinti. Asası.

Bakıldığında normal bir sopadan farkı yokmuş gibi görünse de, yanına yaklaşanlar, üstünde kadim elf lisanının rünlerini kolaylıkla seçebilirlerdi. Kullanılmadığı zamanlarda rünler, belli belirsiz bir hal alırken, Destinae'nin elinde, mavi, parlak bir alevle yanıyormuş gibi görünürlerdi. Yeryüzünde, bilinen en güçlü asaydı ki, en güçlü büyücünün elinde olması, gücünü pekiştiriyordu.

Ahırdan gelen seslere kulak verdi. Kalima, siyah kısrağı sabırsızlanıyordu. Destinae, kısrağın önsezilerine her zaman hayran olmuştu. Karanlık büyüdüğünden beri, köyün tavernasına gelen, hiç de tekin görünmeyen insanların sayısı hayli fazlalaşmıştı. Bir kısmı, demir işleri için Destinae'ye uğrarlardı. Böyle durumlarda, Kalima huzursuzlanır, çitin arkasından olmadık sesler çıkartarak kişnerdi. Kalima sayesinde, Destinae iyice korkulması gereken bir cadı olarak tanınıyordu.

Bir kaç parça eşyasını daha aldı, evine son kez baktı. Bir daha geri dönmeyeceğini biliyordu, kapının demirini takmaya gerek görmedi. İşi düşen köylülere güzel bir sürpriz olacaktı. Kalima'nın eğerini yerleştirdi. Her zaman nazlanıp itiraz eden kısrak, bu sefer daha boyun eğer duruyordu. Bebeği, boynuna astığı kundağın içine dikkatlice yerleştirdi. Kalima, çiftlikten bir ok gibi fırlarken, Destinae karanlığın ötesini görmeye çalışıyordu.

Aeric

Çalıların arasına gizlenmiş sepeti görür görmez anladı. Her akşam yanında taşıdığı çıkınından, bugün için özel olarak işlenmiş kundağı çıkardı. Bebeği sarmak için eğildiğinde, avucuna sıkıştırılmış notu gördü. Bebeğin ismi Aeric'ti. Kadim lisanda "tek başına yöneten" anlamına geliyordu. Şaşırmadı. Yıllarca gece gündüz, hafızasına kazınmış isim buydu. Destinae bir keresinde babasına sormuştu. Bebeğin adını değiştirebilir miydi? Babası gülerek yanıtlamıştı bu soruyu. Arkhelleus, isimlerin kaderleri etkilediğine inanmazdı. İsterse değiştirebilirdi. Şimdi ise bu soru anlamsız geliyordu Destinae'ye. Yeni doğmuş olmasına rağmen, o kadar özdeşleştirmişti kafasında bebekle ismini, değiştirmek gereksizdi.

Kucağına aldığı yaratığa baktı. Destinae, hayatını kitapların arasında geçirmiş bir büyücüydü. Hali hazırda yaşayanların en büyüğü. Bir çok büyücü gibi o da gerekmedikçe evinden çıkmayı sevmezdi. İnsanlarla da pek haşır neşir olmazdı. Demircilik onun için özellikle karanlık zamanlarda imdadına yetişen bir çeşit örtüydü. Bu nedenle, yarı elf, yarı insan bir bebeği daha önce görmüş olması beklenemezdi. Ancak Aeric tam da Destinae'nin düşündüğü gibiydi. Sarı saçları, yeşil gözleri vardı, kulakları uzundu ve yeni doğmuş bir insan yavrusuna nazaran oldukça uzun boylu ve zarif görünüyordu.

Anne, babasının bebeği neden terkettiğini düşündü. Nasıl terk etmesinlerdi ki? İnsanlar ve elflerin son dönemde yaşadıkları fikir ayrılıkları ve kısmi çatışmalar göz önüne alındığında, yapılabilecek en doğru hareket buydu. Oysa ki karanlık büyüyordu. İnsanlar ve elflerin düşmana karşı birleşmeleri gerekiyordu. Aeric'e baktı. "Bunu sen başaracaksın" diye fısıldadı kulağına.

Karşılaşma

Yağmur bardaktan boşanırcasına yağmaya devam ediyordu. Yaşlı kadın, son 30 yıldır yaptığı gibi, bu akşam da aynı çalılığın altını kontrol etmeye gelmişti. Havada ağır bir küf kokusu vardı. Bu koku ona hep o geceyi hatırlatırdı. Son günlerinde gördüğü kabuslar nedeniyle yatağından kalkamayan babasının öldüğü geceyi. Bir yandan gözlerinin önüne gelen ıslak, gri saçlarını pelerininin içine sokmaya çalışırken, bir yandan da adımlarını sıklaştırmaya çalışıyordu. Yağmuru sevmezdi. Yağmurun, insanların saklamak istediklerinin üstünü örttüğünü, iyiyle kötünün mücadelesinde, kötünün tarafını tuttuğunu düşünürdü.

Son günlerde sıklaşan işaretler aklına geldiğinde, kehanetin gerçekleşmesinin an meselesi olduğunu biliyordu. Bu nedenle, görevini hiç aksatmamış olsa bile son zamanlarda, daha dakik ve daha özverili davranıyordu. Kendisine 30 yıl önce babası tarafından verilen bu göreve sadık olacağı yeminini ederken, bunun kendi hayatını bir başkası uğruna feda etmesi demek olduğunu tahmin etmişti.

Babası köyün demirci ustasıydı. Küçük ve barış içinde yaşayan bir köy olmaları nedeniyle, yaptıkları, bahçe demirleri, at nalları gibi basit işlerdi. Babasının ülke çapında ünlü olmasının nedeni ise tabii ki demirci ustası olması değildi. Arkhelleus, son yüzyılın en büyük kahiniydi. Karanlık zamanların sınırında yaşanan günler ise, kehanetlerinin önemini artırıyordu. Saygı duyulan ve korkulan biriydi ama aynı zamanda, en acımasız eleştirilere de maruz kalırdı. İnsanların umutlarının tükendiği zamanlarda hep kahin olduğunu ileri süren ve güzel bir gelecek vaad eden şarlatanlar türerdi. Arkhelleus kehanetlerini parayla satmadığı gibi, genelde neşeli öngörülerde de bulunmazdı.

Babasının zayıf ve hassas bünyesine rağmen, Destinae bir savaşçıydı. 60 yaşına gelmiş bedeni, kehanetin koruyucusunu, zarafetten yoksun gibi gösterse de, köyün tek demirci ustası olması nedeniyle, kasları hala 20 yaşındaki gücüne sahipti. Bazen, kehanet olmasaydı, hayatının bir anlamı olur muydu diye düşünürdü. Yıllarca beklediği kehanetin gerçekleşmesini görüp göremeyeceğini de merak ederdi tabii ama doğuda savaş çoktan başlamıştı. Köyün tavernasına gelen gezginlerden, elflerin batıya göç etmekte olduklarını öğrenmişti. Kehanetin işaretlerinin araları sıklaşıyordu.

Bir bebek ağlaması sesiyle kendine geldi. Olabilir miydi?